11 Aralık 2023
EK RAPOR İLE ALACAK MİKTARINDA ARTIŞ MEYDANA GELMESİ HALİNDE İKİNCİ BEDEL ARTTIRIM DİLEKÇESİ İLE TALEP MİKTARININ ARTTIRILMASI MÜMKÜNDÜR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas : 2022/795
Karar : 2023/641
Tarih : 14.06.2023

MÜTEVEFFA SİGORTALININ KUSURLU OLDUĞUNADAİR  SİGORTALININ KUSURLU OLDUĞUNA DAİR MADDİ OLGUNUN TESPİT EDİLMESİ

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ TEDBİRLERİ

KAZANILMIŞ HAK

CEZAHUKUKU İLE MEDENİ HUKUK ARASINDAMÜNASEBET
İŞ KAZASI

MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

( 818 s. BK m. 53 )
( 6100 s. Hukuk Muhakemeleri K m. 107 , 448 )
( 5510 s. Sosyal ve Genel Sağlık Sigortası K m. 13 , 21 )
( 6098 s. Borçlar K m. 74 )

ÖZET

Uyuşmazlık; belirsiz alacak davası olarak açılan eldeki davada maddi tazminat miktarının 22.09.2018
tarihli bilirkişi raporuyla mı yoksa 07.04.2019 tarihli ikinci ek bilirkişi raporuyla mı tam ve kesin olarak
belirlenebilir hâle geldiği; buradan varılacak sonuca göre 08.10.2018 tarihli ilk talep artırım dilekçesine
mi yoksa 27.06.2019 tarihli dilekçenin ıslah dilekçesi mi yahut ikinci talep artırım dilekçesi mi olduğu
belirlenip buna göre bu dilekçeye mi itibar edilmesi gerektiği, davacıların murisinin çalışma şekli, olayın
oluşu, ceza davasındaki maddi olgunun hukuk hâkimini bağladığı ve davacıların murisi ...’ın bağımsız
çalışan olduğu gözetildiğinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin büyük çoğunluğunun davacıların
murisi tarafından alınması gerektiğinin kabulünün dosya kapsamına uygun olup olmadığı; buradan
varılacak sonuca göre A sınıf iş güvenliği uzmanından oluşacak bilirkişi heyetinden olayın oluşuna
uygun kusur oranlarının tespiti için yeniden rapor alınmasının gerekip gerekmediği noktalarında
toplanmaktadır. Olayın oluş şekli, müteveffanın hizmet akdiyle çalışan olmayıp kendi nam ve hesabına
bağımsız çalışması ve Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen Antalya 11. Asliye Ceza
Mahkemesinin dosyasında olayın meydana gelmesinde müteveffa sigortalının kusurlu olduğuna dair
maddi olgunun tespit edildiği gözetildiğinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin büyük çoğunluğunun
davacıların murisi ... tarafından alınması gerektiği, bu nedenle 10.05.2018 tarihli kusur bilirkişi
raporunun dosya kapsamına uygun olmadığı anlaşıldığından A sınıf iş güvenliği uzmanından oluşacak
bilirkişi heyetinden olayın oluşuna uygun kusur oranlarının tespiti için yeniden rapor alındıktan sonra
uyuşmazlık kapsamında varılan sonuç itibariyle alacağın rapor ile belirli hâle geldiği dikkate alınıp
ayrıca kusur oran ve aidiyetleri ile diğer hususlara ilişkin mahkeme kararını davalı ... dışındaki
davalıların ve davacılar vekilinin istinaf ve temyiz etmemesi nedeniyle oluşan kazanılmış haklar
gözetilerek sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.
Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece
Mahkemesince davanın kısmen kabulünekarar verilmiştir.
Kararın davalı ... vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf
başvurusunun esastan reddinekarar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk
Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma
kararınakarşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı ... vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri
yönünden yapılan incelemesonucunda, temyiz dilekçesinin kabulünekarar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi ...’ın davalı ...’na ait olup davalı şirket tarafından üstlenilen inşaatta 03.10.2009 tarihinde meydana gelen kaza sonucunda vefat ettiğini, Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/29 Esas, 2014/660 Karar sayılı kararı ile davalılar ... ve ...’nun taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiğini, müvekkillerinin meydana gelen kaza nedeniyle büyük acı ve ızdırap yaşadıklarını, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını ileri sürerek davacıeş ... yönünden 1.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi; davacı çocuklar... ve... yönünden 1.000,00’er TL maddi, 30.000’er TL manevi ve davacı baba ... yönünden ise 1.000,00 TL
maddi, 40.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen
tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 08.10.2018 havale tarihli talep artırım dilekçesinde maddi tazminat
talebini davacı eş ... yönünden 181.769,49 TL'ye, çocuk ... yönünden 69.384,50 TL'ye ve çocuk ...
yönünden ise 39.067,71 TL'ye yükseltmiştir. Davacılar vekili 27.06.2019 havale tarihli talep artırım
dilekçesinde maddi tazminat taleplerini tekrararttırarak eş ... yönünden 219.748,45 TL, çocuk ... Yönünden 79.007,70 TL, çocuk ... yönünden 42.460,06 TL maddi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilinekarar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
1. Davalılar ... ve Haziran İnşaat Madencilik Taahhüt Tic. ve San. Ltd. Şti. vekili; müvekkili ... yönünden
davanın husumet yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini, davalı şirketin meydana gelen kazada kusurunun
bulunmadığını, Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/29 Esas, 2014/660 Karar sayılı kararının
müvekkili ... tarafından temyiz edilmesi nedeniyle ceza dosyasının sonucunun bekletici mesele yapılması
gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
2. Davalı ... vekili; müvekkilinin proje müellifi olduğunu, şantiye şefi olmadığını, bu nedenle meydana
gelen kazadakusurunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

A. İlk Derece Mahkemesi Kararı
İlk Derece Mahkemesinin 17.07.2019 tarihli ve 2016/369 Esas, 2019/541 Karar sayılı kararı ile Antalya 3.
Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ancak Mahkemece görevli mahkemenin İş Mahkemesi olduğu
belirtilerek verilen görevsizlik kararının Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesice onanması üzerine
sürdürülen yargılama sonucu davanın belirsiz alacak davası olarak açılması nedeniyle yargılama sırasında
bir kez talep artırımı yapılabileceğinden 27.06.2019 tarihli dilekçenin ıslah dilekçesi olarak kabul edildiği,
davacıların murisi ...’ın hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi nam ve hesabına çalıştığı sırada iş kazasının
meydana gelmesi nedeniyle davalılar ile arasında işçi-işveren ilişkisi bulunmadığı, 03.10.2009 tarihinde
murisin dava dışı ...’un davalı şirketin sahibi olan davalı ...’ndan aldığını belirttiği dairenin yangın
merdivenine açılan kapının altındaki boşluğa mermer yapmak için inşaatta olduğu sırada hazırladığı
mermerin kapının altına uyup uymadığını kontrol etmek amacıyla kapıyı açmak isterken boşluğa düşerek
vefat ettiği, Kurum müfettişi tarafından hazırlanan incelemeraporunda murisin % 40; davalılar ... ve...’nun
% 60 kusurlu olduğunun belirtildiği, mahkemece alınan bilirkişi heyet raporunda ise boşluktan düşme
ihtimalini öngörebilecek durumda olmasına rağmen kişisel güvenliğini ihmâl ederek tedbirsiz ve dikkatsiz
davranan murisin % 40; gerekli ikaz ve uyarılarda bulunmayan daire sahibi dava dışı ...’un % 10; inşaat
mimari projesini yapan ve inşaat işlerinin projeye uygun yapılıp yapılmadığını denetlediğini beyan eden
ve ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet kararı kesinleşen davalı ...’nun % 5; yangın merdiveni
boşluğunu geçici korkuluklarla güvenli hâle getirmeyen daire sahiplerini ve bu kişilerin tadilat için
anlaşmaya vardığı kişileri uyarmayan, bilgilendirmeyen ve inşaat alanında tam bir otorite sağlamayan
davalı şirketin ise (şirket yetkilisi ...’nun % 5 oranında sorumluluğu bulunmakla) % 45 oranında kusurlu
olduğu, ceza dosyasındaki kusur raporları ile eldeki davadaki kusur raporu arasında davalıların kusur
oranlarına ilişkin farklı tespitler olsa da tüm raporlarda murisin % 40 oranında kusurlu olduğunun
belirtilmesi ve davalıların kusur oranlarının açılacak rücuan tazminat davasında değerlendirilmesinin
mümkün olması nedeniyle yeni bir kusur raporu alınmasına gerek olmadığı, murisin kendisine ait
işyerindeki ücretinin asgari ücretin 1,6 katı olduğu, aktüer hesap yapılırken davalıların 5510 sayılı Kanun
kapsamında üçüncü kişi konumunda olmaları nedeniyle davacı hak sahipleri eş ve çocukların iş kazası
nedeniyle bağlanan ilk peşin sermaye değerinin yarısının davalıların toplam kusuru olan % 60 oranına
göre mahsubu gerektiği, bu esaslar çerçevesinde hazırlanan aktüerya hesap raporunun hükme esas
alındığı, öte yandan sigortalı murisin eşi, çocukları ve babasının yaşadığı acının telafisi amacıyla kusur
oranları da gözetilerek manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile
davacı eş ... yönünden 219.748,45 TL maddi ve 25.000,00 TL manevi; davacı çocuk ... yönünden
79.007,70 TL maddi ve 15.000,00 TL manevi; davacı çocuk ... yönünden 42.460,06 TL maddi ve 15.000,00 TL manevi ve davacı baba ... yönünden 20.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline, davacı baba...’ın maddi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili istinaf
başvurusunda bulunmuştur.
B. GerekçeveSonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 19.03.2020 tarihli ve 2019/2425 Esas, 2020/855 Karar sayılı kararı ile
davalıların ve dava dışı üçüncü kişinin kusur oranları yönünden rücu davasında değerlendirilme
yapılabileceği, İlk Derece Mahkemesince hükmolunan maddi ve manevi tazminat miktarlarından davalı
...’nun diğer davalılarla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmasında isabetsizlik olmadığı,
kararda vakıa ve hukuki değerlendirme bakımından kanuna aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davalı ...
vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddinekarar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili temyiz
isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "... Dava sigortalının vefatı
nedeniyle hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemineilişkindir.
1- 6100 sayılı H.M.K.'nun 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası, özellikle zararın baştan
belirlenemediği ancak bir incelemeden sonra zararın tam olarak tespitinin mümkün olduğu tazminat
taleplerinde söz konusu olur. Alacaklının böylesi bir davayı açabilmesi için alacağının miktarını tam ve
kesin olarak belirlemesinin objektif olarak mümkün olmaması gerekir. Alacak miktarı biliniyorsa yada
bilinebilecek durumda ise böyle bir dava açılamaz. Çünkü bu durumda her davada arandığı gibi hukuki
yarar aranacak olup alacak miktarının biliniyor yada bilinebilecek olması halinde davacının hukuki
yararından sözedilemez.
Belirsiz alacak davasında yapılan yargılama sırasında alacağın miktarının tam olarak belirlenmesi ile davacı talebini iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın artırabilecektir. Alacağın belirli hale gelmesi sonrasında ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilirse davacının bundan sonraki yeni artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü böylesi bir durumda alacağın belirsizliği değil davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum sözkonusudur.
Somut olayda davacıların maddi tazminat istemini belirsiz alacak davası olarak açtığı,davacıların maddi
tazminat alacaklarının 22.09.2018 tarihli rapor ile bilinir hale gelmesi üzerine davacılar vekilinin 08.10.2018 tarihli dilekçesiyle maddi tazminat istemlerini neticeten sigortalının eşi için 181.769,49 TL’ye çocuğu... İçin 69.384,50 TL’ye ve çocuğu Halil için 39.067,71 TL’ye artırdığı halde; 27.06.2019 tarihli dilekçesiyle maddi
tazminat istemlerini neticeten sigortalının eşi için 219.748, 45 TL’ye, çocuğu... için 79.007,70 TL’ye ve
çocuk Halil için 42.460,06 TL’ye artırdığı anlaşılmakla; davacıların maddi tazminat istemlerinin 22.09.2018 tarihli raporla bilinir hale gelmesi akabinde taleplerini arttırmış olmasına göre davacılar vekilinin ilk talep artırım dilekçesine itibarla karar verilmesi gerekirken ikinci talep artırım dilekçesine itibarla karar verilmesi usul veyasayaaykırı olmuştur.
2- Taraflar arasında kusurun aidiyeti ve oranı noktasında uyuşmazlık bulunduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği
üzere gerek kaza tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu 53. Maddesi gerekse de yargılama
sırasında yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 74. maddesi hükmü gereğince, hukuk hâkimi
kesinleşen ceza mahkemesi kararındaki maddi olgu ile bağlıdır. Ceza mahkemesi kendine has usuli
olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir.
Bu nedenle, hukuk hakiminin, ceza hakiminin fiilin hukuka aykırılığını ve illiyet bağı saptayan maddi vakıa konusundaki kabulü ve ceza mahkemesinin kabul ettiği olayın gerçekleşme şekli diğer bir deyişle maddi vakıanın kabulü konusunda kesinleşmiş olan bir mahkumiyet veya maddi vakıa tespiti yapan beraat hükmüyle bağlı olacağı hem ilmi (Prof Dr. Kemal Gözler, “Res Judicata’nın Türkçesi Üzerine”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 56, Sayı 2, 2007, s.45-61 ) hem de kökleşmiş kazai içtihatlarla benimsenmiş bulunmaktadır.
Öte yandan bu tür iş kazalarında kusurun belirlenmesinde, kabul edilen maddi olgular doğrultusunda;
tarafların kusur oran ve aidiyetleri işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilerden alınacak
bilirkişi raporu uyarınca saptanmalıdır. Kusur durumu saptanırken, iş güvenliği mevzuatına göre hangi
önlemlerin alınması gerektiğinin, bu önlemlerin işverence alınıp alınmadığının ve alınmış önlemlere
sigortalı işçinin uyup uymadığının, 5510 sayılı Kanunun 21.maddesi ile kaza tarihinde yürürlükte olan
4857 sayılı Kanunun 77.maddesi ile İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü hükümleri çerçevesinde
değerlendirilerek belirlenmesi ve oluşa uygun kusur raporu alınması gerekir.
Somut olayda, dava harici ...’un, proje sorumlusunun davalı ... olduğu, davalı ...’nun ise yetkilisi olduğu,
davalı Haziran İnşaat Şirketinden satın aldığı dairenin yangın merdiveni önüne mermereşik yaptırmak için
davacıların murisi ... ile anlaştığı, olay günü Şeref’in yangın merdiveni kapısını açarak mermer eşiği
yerleştirmek istediği sırada, kapının tam açılmaması üzerine yarım açılan kapı aralığından kapı arkasına
geçip kapı arkasında bulunan klima bağlantı hortum ve kordonlarını itmeye çalıştığı esnada dengesini
kaybetmesi neticesinde bulunduğu yangın merdiveni etrafına korkuluk yapılmamış olması nedeniyle,
merdiven boşluğundan düşerek vefat ettiği anlaşılmıştır. Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere sigortalı
Şeref’in bağımsız çalışan olduğunun anlaşılmasına göre iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin büyük
çoğunluğunun kendisi tarafından alınması gerektiği açıktır. Nitekim aynı olayla ilgili karara bağlanan ve
Yargıtay denetiminden geçip, onanarak kesinleşen Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/29 E2014/660 K sayılı dosyasında hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre de müteveffa sigortalının birinci
derecede asli, sanık ... ve ... ile daire Sahibi ...’un ikinci derece tali kusurlu oldukları tespit edilmiştir İş bu
temyize konu dava dosyasında alınan rapora göre ise davalı Haziran İnşaat Şirketinin %45 (Bu Kusurun
%5’inin davalı ...’na ait olduğu) davalı ...’nun %5, dava harici ...’un %10 ve müteveffa sigortalının %40
oranında kusurlu olduğu kabul edilmiş ise de; itibar edilen kusur raporunda belirlenen kusur oranlarının
olayın oluşuna uygun olmadığıanlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar doğrultusunda mahkemece yapılacak iş, yukarıda açıklanan olguları dikkate alacak şekilde olayın oluşuna uygun kusur oranlarının tespiti için dosyanın A sınıf iş güvenliği uzmanlarından
oluşturulacak heyetetevdiedilerek kusur raporu almaktan ibarettir.
3- Öte yandan, maddi tazminat alacağının belirlenmesinde davacının ilk talep artırım dilekçesinin
dayanağını oluşturan bu yönle de maddi tazminat yönünden davalı lehine usuli kazanılmış hak oluşturan
22.09.2018 tarihli hesap raporuna, tespit edilecek kusur oranları uygulanıp, yine bu raporda işlemiş devre
sonu olarak kabul edilen tarih değiştirilmeden, SGK tarafından davacılara bağlanan gelirin rücuya kabil
kısmının tenzili ile davacıların maddi tazminat alacaklarının tespitinekarar verilmesi aynı zamanda davalı ...ile Haziran İnşaat Şirketinin ilk derece mahkemesince verilen karara karşı istinaf ve temyiz itirazlarının
bulunmaması nedeniyle, davacıların iş bu davalılarakarşı kazandıkları usuli kazanılmış hakların daverilecek
kararda gözetilmesi gerekmektedir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde
karar verilmesi usul veyasayaaykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı ... vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve bu aşamada temyiz
itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin istinaf
başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm
bozulmalıdır...." gerekçesiylekarar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten ceza
dosyasında bulunan beş bilirkişi raporunun ikisinde davacıların murisinin asli, üçünde tali kusurlu
olduğunun belirtildiği, öteyandan davacıların murisinin aslikusurlu olduğu belirtilen iki bilirkişi raporunun
birinde ise davalı ...’nun da asli kusurlu olduğunun bildirildiği ancak Antalya 11. Asliye Ceza
Mahkemesinin 2010/29 Esas, 2014/660 Karar sayılı kararında hangi bilirkişi raporunun hükme esas
alındığının açıklanmadığı, sadece ... ve ...’nun davacıların murisinin ölümünde birlikte kusurlu olduğunun
belirtildiği, davacıların murisinin kusuruna dair değerlendirme bulunmadığı, ceza dosyasında tespit edilen
maddi vakıaların hukuk hakimini bağlayacağı, zira davacıların murisinin mermer eşik yapacağı dairenin
yangın merdivenine açılan kapı önündeki merdiven boşluğuna mimari projeye göre yapılması zorunlu
kafes vekorkuluk sisteminin yapılmaması nedeniyle kazanın meydana geldiği hususuna gerekçeli kararda
yer verildiği, bu itibarla davacıların murisinin sırf bağımsız çalışıyor olması sebebiyle iş sağlığı ve
güvenliğineilişkin çoğu tedbiri alması gerektiği belirtilerek yeniden bilirkişi raporu alınmasının gerektiğine
dair bozma kararının somut olaya uygun olmadığı, hesap raporunda belirtilen maddi tazminat
miktarlarının hüküm altına alınmasının dosya kapsamına uygun olduğu, diğer taraftan davacılar vekilinin
22.09.2018 tarihli aktüerya bilirkişi raporuna itiraz ettiğini belirterek 08.10.2018 tarihli talep artırım
dilekçesi sunması üzerine alınan 10.12.2018 tarihli ek hesap bilirkişi raporunda ölüm aylığı ve gelirleri
belirlendikten sonra ilk peşin sermaye değerinin tespiti için araştırma yapılmasının istenilmesi sonrasında
eksiklikler tamamlanarak alınan 07.04.2019 tarihli ikinci ek hesap bilirkişi raporuna göre davacılar vekili
tarafından 27.06.2019 tarihindeikinci talep artırım dilekçesinin verildiği gözetildiğinde davacıların ilk talep artırım dilekçesini sunduğu tarihte ölüm gelirinin ilk peşin sermaye değerinin dosyada bulunmadığı
anlaşıldığından 6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesinin ikinci fıkrası gereğince bahsi geçen tarihte
alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle
ikinci talep artırım dilekçesinin esas alınması gerektiği, kaldı ki ilk dilekçe talep artırım dilekçesi olarak
kabul edilmiş olsa dâhi belirsiz alacak davasında davanın ıslahına yasal engel bulunmadığı gerekçesiyle
direnmekararı verilmiştir.

V.TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnmekararınakarşı süresi içinde davalı ... vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. TemyizSebepleri
Davalı ... vekili, müvekkilinin mimari proje müellifi olduğunu, uygulama sorumluluğunun bulunmadığını,
kaldı ki mimari projede bir eksiklik olmadığını, dava dışı ...’un yüklenici şirketten satın aldığı dairenin
yangın merdiveni önüneeşik yaptırmak için bağımsız çalışan olan davacıların murisi ... ileanlaştığı, murisin
inşaatta kimsenin bulunmadığı ve çalıştığından haberdar olmadığı pazar günü emniyet önlemlerini
almadan çalıştığı sırada inşaattan düşerek vefat ettiğini, kazanın murisin ve daire sahibinin önlem
almaması nedeniyle meydana geldiğini, murisin bağımsız çalışması nedeniyle müvekkilinin kusurunun
bulunmadığını, İlk Derece Mahkemesince kusur oranının tespiti için uzman bilirkişilerden rapor
alınmadığını, Asliye Ceza Mahkemesi tarafından alınan bilirkişi raporunda muris asli kusurlu bulunmuşken eldeki davada yüklenici şirket ile eşit kusurlu kabul edilmesinin doğru olmadığını, talep artırım  dilekçesinde yasal sınırın aşıldığını, talep artırım dilekçesinde talep tarihi dikkate alınmadan işleyecek faize karar verilmesinin hatalı olduğunu, davacıların murisinin birinci derecede kusurlu olduğu kabul edilerek taleplerin değerlendirilmesi gerektiğini belirterek direnmekararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnmeyoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
1-Belirsiz alacak davası olarak açılan eldeki davada maddi tazminat miktarının 22.09.2018 tarihli bilirkişi
raporuyla mı yoksa 07.04.2019 tarihli ikinci ek bilirkişi raporuyla mı tam ve kesin olarak belirlenebilir hâle geldiği; buradan varılacak sonuca göre 08.10.2018 tarihli ilk talep artırım dilekçesine mi yoksa 27.06.2019 tarihli dilekçenin ıslah dilekçesi mi yahut ikinci talep artırım dilekçesi mi olduğu belirlenip buna göre bu dilekçeye mi itibaredilmesi gerektiği,
2-Davacıların murisinin çalışma şekli, olayın oluşu, ceza davasındaki maddi olgunun hukuk hâkimini
bağladığı ve davacıların murisi ...’ın bağımsız çalışan olduğu gözetildiğinde iş sağlığı ve güvenliği
tedbirlerinin büyük çoğunluğunun davacıların murisi tarafından alınması gerektiğinin kabulünün dosya
kapsamına uygun olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre A sınıf iş güvenliği uzmanından oluşacak
bilirkişi heyetinden olayın oluşuna uygun kusur oranlarının tespiti için yeniden rapor alınmasının gerekip
gerekmediği noktalarındatoplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 107 nci maddesi
2. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 53 üncü maddesi [6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 74 üncü maddesi].
3. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 13 ve 21 inci
maddeleri.
2. Değerlendirme
a. (1) numaralı uyuşmazlık yönünden
1. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri


Kanunu’ndayeralmayan yeni bir davatürü olarak belirsizalacak vetespit davasıkabuledilmiştir.
2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Belirsiz alacak ve tespit davası” başlıklı 107 nci maddesinin
28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (7251 sayılı Kanun) ile değiştirilmeden önceki metninde;
“(1)Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin
kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir
miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsizalacak davasıaçabilir.
(2)Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağınatabi olmaksızın davanın
başında belirtmiş olduğu talebiniartırabilir.
(3)Ayrıca, kısmieda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası daaçılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” düzenlenmesi bulunmakta iken 7251 sayılı Kanun’un 7 nci maddesi ile madde başlığı “Belirsiz alacak davası”; ikinci fıkrası “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam vekesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş, maddenin üçüncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.
3. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu
tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama
durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü
çerçevesinde mümkün olduğuncaen geniş şekildekorunmasının sağlanması gerekçesi ileihdas edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
4. Davanın belirsizalacak davası türündeaçılabilmesi için davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığakonu
alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir.
Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin
belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa
dayanmalıdır.
5. Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek
“etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama
durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği
miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit
edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının,
hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir.
Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten
belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit
davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu
delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir.” şeklindeki açıklamayla alacağın belirsiz olup olmadığı ileilgili olarak bazıkıstaslarkabuledilmiştir.

6. Bu kıstaslar; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin;
i.Davacının kendisinden beklenememesi,
ii.Bunun olanaksız olması,
iii.Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
7. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne
hizmet etmesi yanında davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın
zamanaşımına uğramariskiniazaltmasıdır.
8. Zira zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiğinden davacının
belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacaktır (Hakan Pekcanıtez, Belirsiz
Alacak Davası, 2011, s. 26-31).
9. Bu noktada usul kanunlarında yapılacak değişikliklerin zaman bakımından uygulanması ile ilgili
açıklamayapılması faydalı olacaktır.
10. Usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin usul hükümlerinin derhâl yürürlüğe
girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde
Korunacağına ilişkin inancıdır.
11. Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhâl uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate
alınması gereken bir husus da yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde ilgili “usul işleminin tamamlanıp
tamamlanmadığı”dır.
12. Hemen belirtilmelidir ki dava, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır.
Yargılamasırasındaki her usul işlemiayrıayrıelealınıp değerlendirmeyetâbi tutulmalıdır.
13. Bir usul işlemi yargılama sırasında yapılmaya başlanıp tamamlandıktan sonra yeni bir usul kuralı
yürürlüğe girerse söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle tamamlanmış usul işlemleri yeni
yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın bir usul işlemine
başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen
yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar -tersine bir kural benimsenmediği takdirdegenel olarak hemen etkili olup uygulanırlar (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt I, ... 1997, s.
73 ilâ 78).
14. Yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak 6100 sayılı Kanun'un “Zaman bakımından uygulanma”
başlığını taşıyan 448 inci maddesinin birinci fıkrası da, “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri
etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne görekanundaaksine
bir düzenleme getirilmediği takdirde yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi
olmayacak, önceki kanuna veya hükümlere göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliliğini
koruyacaktır. Buna karşın tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır.
Nitekim aynı hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.03.2021 tarihli ve 2017/4-1397 Esas, 2021/292 Karar ile 27.12.2022 tarihli ve 2022/(22)9-668 Esas, 2022/1841 Karar sayılıkararında davurgulanmıştır.
15. Diğer taraftan belirsiz alacak davasını açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle geldikten sonra kesin
talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi genellikle geçici talep sonucunun artırılması şeklinde olacaktır. Kanun talep sonucunun artırılmasına açıkça izin verdiğinden ayrıca karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurulmasına gerek bulunmamaktadır. Davacı tarafça talep sonucunun kesinleştirilmesi üzerine geçici talep sonucu değil kesin talep sonucu esas alınmalıdır
(Pekcanıtez, s. 56).
16. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107 nci maddesinin ikinci fıkrası ile tahkikatın sona ermesine kadar davanın başında belirtilen talebin artırılabileceği kabul edilmişken 7251 sayılı Kanun’un 7 nci maddesi ile maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle talep sonucunun belirlenmesi mümkün olduğunda hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacının talebini artırabileceğine dair düzenlemeyapılmıştır.
17. Bu açıklamalara göre 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun'un 7 nci maddesi ile
6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle talep sonucunun
belirlenmesi mümkün olduğunda hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre
içinde davacının talebini artırabileceğine dair düzenleme yapılmış ise de kanunların geriye yürümemesi
ilkesi vetalep artırımının yapılmaklatamamlanmış usuli işlem olması nedeniyleeldeki davadatalep artırım
dilekçelerinin tarihi itibariyle bu yeni hükmün uygulanamayacağıkabuledilmelidir.
18. O hâlde eldeki davanın yasal dayanağı olan 6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesinin ikinci fıkrasının
ilk hâlinde yer alan düzenlemeye göre belirsiz alacak davasını açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle
geldikten sonrakesin talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi
genellikle geçici talep sonucunun artırılması şeklinde olacaktır (Pekcanıtez, s. 56)
19. Somut olayda davacılar vekilinin belirsiz alacak davası olarak açtığı davada davacı eş ... yönünden
1.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi; çocuklar... ve... yönünden 1.000,00’erTL maddi, 30.000,00’erTL
manevi ve baba ... yönünden ise 1.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan
tahsiline karar verilmesini talep ettiği, yargılama sırasında alınan 22.09.2018 tarihli bilirkişi raporunda
hesaplanan maddi tazminat miktarlarına ve davacı baba ... yönünden hesaplama yapılmamasına itiraz
ederek 08.10.2018 tarihli talep artırım dilekçesi ile bu rapor doğrultusunda davacı eş ... yönünden maddi
tazminat miktarını 181.769,49 TL'ye, çocuk ... yönünden 69.384,50 TL'ye, çocuk ... yönünden 39.067,71
TL'ye yükselttiği, ardından İlk Derece Mahkemesince taraf vekillerinin itirazları yerinde görülerek getirtilen belgeler de dikkate alınarak düzenlenen 07.04.2019 tarihli ek bilirkişi raporu doğrultusunda 27.06.2019 tarihli talep artırım dilekçesiyle ikinci kez talebini arttırarak davacı eş ... yönünden 219.748,45 TL, çocuk ...
yönünden 79.007,70 TL ve çocuk ... yönünden ise 42.460,06 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini
talep ettiği, İlk Derece Mahkemesinceikinci talep arttırım dilekçesineitibar edilerek bu dilekçede belirtilen
miktarlar üzerinden hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.
20.Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; tüm deliller toplanmadan hazırlanan
ve davacılar vekili tarafından itiraz edilen 22.09.2018 tarihli bilirkişi raporuyla alacakların tam ve kesin
olarak belirlenebilir hâle geldiğinin kabul edilemeyeceği, zira taraf vekillerinin itirazları ve bu rapordan
sonra getirtilen belgeler kapsamında değerlendirme yapılarak düzenlenen 07.04.2019 tarihli ek bilirkişi
raporunda davacıların maddi tazminat alacaklarının daha fazla olduğunun belirlendiği, bu nedenle
tazminat alacağı 07.04.2019 tarihli ek bilirkişi raporu ile tam ve kesin olarak belirli hâle geldiğinden bu ek rapor doğrultusundasunulan 27.06.2019 tarihli talep artırım dilekçesine hukuki değeratfedilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
21. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında davacılar vekilinin 22.09.2018 tarihli bilirkişi raporuna itiraz etmesine rağmen itirazlarının karşılanmasını veya ek rapor alınmasını beklemeden aceleci davranıp
08.10.2018 tarihli talep artırım dilekçesiyle talep sonucunu belirlediği anlaşıldığından artık 07.04.2019
tarihli ek bilirkişi raporunda alacakların daha fazla çıkması üzerine verdiği 27.06.2019 tarihli ikinci talep
artırım dilekçesine hukuki değer atfedilemeyeceği, bu nedenle 08.10.2018 tarihli ilk talep artırım
dilekçesinin hükme esas alınması gerekirken 27.06.2019 tarihli ikinci talep artırım dilekçesine göre karar
verilmesinin yerinde olmadığı ve direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş
Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
22. Hâl böyle olunca direnmekararı usul veyasaya uygundur.
23.Bu nedenle(1) numaralı uyuşmazlık yönünden direnmekararı onanmalıdır.
b. (2) numaralı uyuşmazlık yönünden
1. Öncelikle konuya ilişkin mevzuattaki düzenlemeler ve kavramlar üzerinde kısaca durulmasında fayda
bulunmaktadır.
2. İş kazası, sigortalının işyerindeiş dolayısıylaya daişverenceyürütülmekte olan işyeri dışındaki çalışması
sırasında ortaya çıkan, sigortalının hemen ya da sonradan sakatlığına neden olan olay olarak
tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara 2021, s.605).
3. 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve somut olayda uygulanması gereken 5510 sayılı Kanun'un 13
üncü maddesindeiş kazası;
"a)Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
b) (Değişik bend:17.04.2008-5754 S.K./8.mad) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniylesigortalı
kendiadınave hesabına bağımsız çalışıyorsayürütmekte olduğu iş nedeniyle,
c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi
nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan
bedenen ya daruhen özüre uğratan olaydır." şeklindetanımlanmıştır.
4. Madde metninden anlaşılacağı üzere 5510 sayılı Kanun'da düzenlenen iş kazası sayılan hâllerden (b)
bendi dışındakiler yönünden kazanın yapılan işleilgisi aranmamaktadır. İş kazası kavramının Kanun'da bu
şekilde geniş düzenlenmesinin sebebi sosyal güvenlik hakkının koruyucu kapsamının mümkün olduğunca
genişletilmesinin amaçlanmasıdır.
5. Öte yandan 5510 sayılı Kanun'un 21 inci maddesinin beşinci fıkrası uyarınca iş kazası, meslek hastalığı
ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan
veyailerideyapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin
yarısı, zararasebep olan üçüncü kişilereveşayet kusuru varsa bunları çalıştıranlararücû edilir.
6. Bu aşamada ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, başka deyişle ceza mahkemesinin
hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulması gerekmekte olup ceza
mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda mülga 818 sayılı Kanun’un
53 üncü maddesinde (6098 sayılı Kanun’un 74 üncü maddesi) düzenlenmiş olup hukuk hâkimi, ceza
mahkemesinin kesinleşmiş kararlarıkarşısındailke olarak bağımsızkılınmıştır.
7. Bu ilke, cezakurallarının kamu yararıyönünden bir yasağın yaptırımını, aynı uyuşmazlığıkapsamınaalan
hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin medeni hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesiesasına dayanmaktadır.
8. Mülga 818 sayılı Kanun’un “Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet” başlıklı 53 üncü
maddesinde; “Hâkim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup
bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza
mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı,
kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hâkimini takyit etmez.” hükmü yer
almakta olup 6098 sayılı Kanun'un 74 üncü maddesinde deaynı düzenleme bulunmaktadır.
9. Bu açık hüküm karşısında ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı,
temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda
duraksama bulunmamaktadır.
10. Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek
öğretide ve gerekse Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve
özellikle fiilin hukuka aykırılığı konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir.
Diğer bir anlatımla maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını belirleyen ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.
11. Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri
sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi ikinci tanık
listesi verilememesi, iddia vesavunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın süratlesonuçlandırılması
gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi
gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi
gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit
eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, 818 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi birengel
oluşturmaz.
12. Yargıtayın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre maddi olgunun tespitineilişkin ceza
mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu
konusundakikesinleşmiş kabulerağmen aynıkonunun hukuk mahkemesindeyeniden tartışılması olanaklı
değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2022 tarihli ve 2019/10-111 Esas, 2022/948 Karar ile
15.12.2022 tarihli ve 2021/10-292 Esas, 2022/1759 Karar sayılıkararları).
13. Somut olayda dava dışı ...'un davalı şirketten satın aldığı dairenin yangın merdivenine açılan kapısının
altındaki boşluğa mermer eşik yaptırmak üzere anlaştığı davacıların murisi ...'ın 03.10.2009 tarihinde
yaptığı mermeri yerleştirmek isterken yangın merdiveninin kapısının tam açılmaması üzerinekapıyı açmak için kapı arkasına geçerek klima bağlantı hortum ve kordonlarını itmeye çalıştığı sırada dengesini
kaybederek korkuluk veya kafes sistemi bulunmayan merdiven boşluğundan düşerek vefat ettiği, Antalya
Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/1352 Esas sayılı iddianamesi ile davalılar ... ve ... hakkında davacıların
murisi ...'ın taksirle ölümüne sebebiyet verme suçundan cezalandırılmaları istemiyle ceza davası açıldığı,
Yargıtay 12. Ceza Dairesi tarafından onanan Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 12.11.2014 tarihli ve 2010/29 Esas, 2014/660 Karar sayılı kararında mimari projede yangın merdiveni boşluğunda koruyucu
kafes ve korkuluk sistemi bulunması zorunlu olmasına rağmen binada kafes ve korkuluk sistemi
yapılmadan dairelerin sahiplerine teslim edilmesi nedeniyle olayın meydana gelmesinde davalı ...'nun asli
kusurlu; mimari projedeki koruyucu kafes ve korkuluk sisteminin yapılmasına ilişkin denetim görevini
yerine getirmeyen inşaatın mimarı ve proje sorumlusu davalı ...'nun olayın meydana gelmesinde tali
kusurlu olduğu gerekçesiyle davalıların taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan adli para cezası ile
cezalandırılmalarına karar verildiği, Kurum müfettişi tarafından hazırlanan inceleme raporunda olayın iş
kazası olduğunun ve murisin % 40; davalılar ... ve...’nun % 60 oranında kusurlu bulunduğunun belirtildiği, eldeki davada alınan 10.05.2018 tarihli bilirkişi heyet raporunda ise boşluktan düşme ihtimalini öngörebilecek durumda olmasına rağmen kişisel güvenliğini ihmâl ederek tedbirsiz ve dikkatsiz davranan murisin % 40; gerekli ikaz ve uyarılarda bulunmayan daire sahibi dava dışı ...’un % 10; inşaat mimari projesini yapan ve inşaat işlerinin projeye uygun yapılıp yapılmadığını denetlediğini beyan eden ve ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet kararı kesinleşen davalı ...’nun % 5; yangın merdiveni boşluğunu geçici korkuluklarla güvenli hâle getirmeyen daire sahiplerini ve bu kişilerin tadilat için anlaşmaya vardığı kişileri uyarmayan, bilgilendirmeyen ve inşaat alanında tam bir otorite sağlamayan davalı şirketin ise (şirket yetkilisi ...’nun % 5 oranında sorumluluğu bulunmakla) % 45 oranında kusurlu olduğunun bildirildiği anlaşılmıştır.
14. İlk Derece Mahkemesince 10.05.2018 tarihli heyet bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranlarının dosya kapsamına uygun olduğu, ceza dosyasındaki kusur raporları ile eldeki davadaki kusur raporu arasında davalıların kusur oranlarına ilişkin farklı tespitler yapılmış ise de tüm raporlarda murisin % 40 oranında kusurlu olduğunun belirtilmesi ve davalıların kusur oranlarının açılacak rücuan tazminat davasında değerlendirilmesinin mümkün olması nedeniyle yeni bir kusur raporu alınmasına gerek olmadığı gerekçesiyle bu rapor hükme esas alınmış olup karara karşı davalı ... vekilinin istinaf başvurusunun Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedildiği, bu kararın da davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece davacıların murisi ...’ın bağımsız çalışan olduğu gözetildiğindeiş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin büyük çoğunluğunun muris tarafından alınması gerektiği gözetilerek A sınıf iş güvenliği uzmanından oluşacak bilirkişi heyetinden olayın oluşuna uygun kusur oranlarının tespiti için yeniden rapor alınması gerektiği gerekçesiyle bozulmasından sonra İlk Derece Mahkemesince verilen direnme kararının davalı ... vekili tarafından temyizedildiğianlaşılmıştır.
15. Yukarıdaki açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde; olayın oluş şekli, müteveffanın hizmet
akdiyle çalışan olmayıp kendi nam ve hesabına bağımsız çalışması ve Yargıtay denetiminden geçerek
kesinleşen Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/29 Esas, 2014/660 Karar sayılı dosyasında olayın meydana gelmesinde müteveffa sigortalının kusurlu olduğuna dair maddi olgunun tespit edildiği
gözetildiğinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin büyük çoğunluğunun davacıların murisi ... tarafından
alınması gerektiği, bu nedenle 10.05.2018 tarihli kusur bilirkişi raporunun dosya kapsamına uygun
olmadığı anlaşıldığından A sınıf iş güvenliği uzmanından oluşacak bilirkişi heyetinden olayın oluşuna
uygun kusur oranlarının tespiti için yeniden rapor alındıktan sonra yukarıda (1) numaralı uyuşmazlık
kapsamındavarılan sonuç itibariylealacağın 07.04.2019 tarihliek rapor ile belirli hâle geldiği dikkatealınıp
ayrıca kusur oran veaidiyetleri ile diğer hususlara ilişkin mahkemekararını davalı ... dışındaki davalıların ve davacılar vekilinin istinaf ve temyiz etmemesi nedeniyle oluşan kazanılmış haklar gözetilerek sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.
16. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında olayın oluş şekli, ceza davasında davacıların murisi
...'ın ölümü ile sonuçlanan kazanın meydana gelmesinde davalı ...'nun tali kusurlu olduğu kabul edilerek
verilen adli para cezasının temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmesi, eldeki davada kusur oran ve
aidiyetlerineve diğer hususlara ilişkin mahkemekararını davalı ... dışındaki davalıların ve davacılar vekilinin istinaf vetemyiz etmemesi gözetildiğindekesinleşen ceza mahkemesi kararı nedeniyle davalı ...'nun az da olsa kusurlu kabul edilmesi gerektiğinden ve eldeki davada da bu davalıya % 5 kusur izafe edildiğinden tüm dosya kapsamı ile birlikte değerlendirme yapıldığında direnme kararının bu yönden usul ve yasaya uygun olduğu ancak bozma nedenine göre incelenmeyen davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelemesi dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
17. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması
gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır
18. O hâlde(2) numaralı uyuşmazlık yönünden direnmekararı bozulmalıdır.

VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
(1) numaralı uyuşmazlık yönünden davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun
olan İlk Derece Mahkemesi kararının ONANMASINA (21.06.2023 tarihindeki ikinci görüşmede oy
çokluğuyla),
(2) numaralı uyuşmazlık yönünden davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının 6100
sayılı Kanun'un 371 inci maddesi uyarınca BOZULMASINA (14.06.2023 tarihindeki birinci görüşmede oy çokluğuyla), Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
(1) numaralı uyuşmazlık yönünden
İlk Derece Mahkemesi ile Özel Daire arasındaki (1) numaralı uyuşmazlık, belirsiz alacak davası olarak
açılan eldeki davada maddi tazminat miktarının 22.09.2018 tarihli bilirkişi raporuyla mı yoksa 07.04.2019
tarihli ikinci ek bilirkişi raporuyla mı tam ve kesin olarak belirlenebilir hâle geldiği; buradan varılacak
sonuca göre 08.10.2018 tarihli ilk talep artırım dilekçesine mi yoksa 27.06.2019 tarihli dilekçenin ıslah
dilekçesi mi yahut ikinci talep artırım dilekçesi mi olduğu belirlenip buna göre bu dilekçeye mi itibar
edilmesi gerektiği noktasındatoplanmaktadır.
Çoğunluk görüşüneaşağıdaaçıklanan nedenlerlekatılınmamıştır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Belirsizalacak vetespit davası” başlıklı 107 nci maddesinin 28.07.2020
tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (7251 sayılı Kanun) ile değiştirilmeden
önceki metninde;
“(1)Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin
kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir
miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsizalacak davasıaçabilir.
(2)Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağınatabi olmaksızın davanın
başında belirtmiş olduğu talebiniartırabilir.
(3)Ayrıca, kısmieda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası daaçılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” düzenlenmesi bulunmakta iken 7251 sayılı Kanun’un 7 nci maddesi ile madde başlığı “Belirsiz alacak davası”; ikinci fıkrası “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam vekesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar
veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş, maddenin üçüncü fıkrası ise
yürürlükten kaldırılmıştır.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından
esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan
kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde
mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu
alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir.
Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin
belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa
dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin
hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama
durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği
miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit
edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının,
hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir.
Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten
belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit
davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu
delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir.” şeklindeki açıklamayla alacağın belirsiz olup olmadığı ileilgili olarak bazıkıstaslarkabuledilmiştir.
Bu kıstaslar; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin;
i. Davacının kendisinden beklenememesi,
ii. Bunun olanaksız olması,
iii. Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam vekesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne
hizmet etmesi yanında davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın
zamanaşımına uğramariskiniazaltmasıdır.
Zira zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiğinden davacının